6-7 Eylül’den Günümüze Ne Degişti? İpek Çalışkan

6-7 Eylül’den Günümüze Ne Degişti? İpek Çalışkan

6-7 Eylül’de İstanbul’da yaşanan ve başta Grekler ve Ermenilere yönelik şiddet ve yağmalama olaylarının üzerinden 60 yıl geçti. Bilmeyenler için kısaca bu olayları anımsatalım:

Kıbrıs, 1955 yılında Türkiye kamuoyunun gündeminde baş köşeye oturmuştu. O dönem Türkiye’de en çok satan gazete olan Hürriyet’in başlığında İstanbul’daki Greklerin aralarında bağış toplayarak Kıbrıs Rumlarının ENOSİS “çetelerine” gönderdiğini yazıyordu. Dışişleri yetkilileri Londra’da Kıbrıs temaslarına devam ederken, Atatürk’ün Selanik’teki evi bombalandı.* Bombayı patlatan MİT’ti. Haber, önce 6 Eylül 1955 günü saat 13.00 de radyodan yayımlandı.

Haber, “Atamızın evi bombalandı” manşetiyle İstanbul Ekspres** gazetesinin ikinci baskısıyla İstanbul halkına duyuruldu. Aynı baskıda Kıbrıs Türktür Derneği Genel Sekreteri Kamil Önal “Mukaddesata el uzatanlara bunu çok pahalıya ödeteceğiz; ödeteceğimizi alenen söylemekte de bir mahzur görmüyoruz”diye yazmıştı.

Bu cemiyetin ön ayak olması, DP teşkilatı, bazı resmi ve gayri resmi makamların telkin ve teşviki ile 6 Eylül’de büyük bir yağma ve talan eylemi başladı. Ellerinde kazma, balta ve sopalarla sokaklara dökülen binlerce kişi, resmi Türk kaynaklarına göre 4 bin 214 ev, 1.004 işyeri, 73 kilise, 1 sinagog, 2 manastır, 26 okul ile aralarında fabrika, otel vb. bulunan 5 bin 317 yeri tahrip etti. Kiliselerin içindeki kutsal resimler, haçlar, ikonalar ve diğer kutsal eşyalar tahrip edildiği gibi, İstanbul’da bulunan 73 Rum Ortodoks kilisesinin tamamı ateşe verildi. Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın, İstiklal Caddesi’ndeki hasarı görünce, etrafındakilerin duyacağı bir sesle İçişleri Bakanı Namık Gedik’e “Galiba dozu kaçırdık” dediği olaylarda 11 kişi hayatını kaybetti. Helsinki Watch örgütünün bir raporuna göre ise, ölenlerin sayısı 15 olarak kayıtlara geçti.

Resmî rakamlara göre 30 kişi, gayriresmî rakamlara göre 300 kişi yaralanmıştır. Resmi rakamlara göre 60 olan tecavüze uğrayan ve utanmalarından veya korkmalarından dolayı şikayette bulunamayan kadın sayısının 400’e yakın olduğu tahmin ediliyordu. Olayların başladığı saatlerde İstanbul’da olan Başbakan Adnan Menderes saldırıların “kontrol edilememesi” üzerine Sapanca’dan çağrıldı ve sıkıyönetim ilan edildi. Olaylarla ilgili olarak önce 3.151 kişi tutuklandı. Sonradan bu sayı 5.104’e yükseldi.

10 Eylül 1955 günü dönemin İçişleri Bakanı Namık Gedik istifa etti. Başlangıçta soruşturmalar Kıbrıs Türktür Cemiyeti ve gençlik örgütleri etrafında yoğunlaşmıştı. Ancak o günlerde ilan edilen sıkıyönetimin savcıları tarafından yapılan ilk soruşturma ve yargılamalar ve daha sonra da DP iktidarının bastırması sonucunda komünistler suçlanmıştır. Aralarında Aziz Nesin, Nihat Sargın, Kemal Tahir, Asım Bezirci, Hasan İzzettin Dinamo ve Hulusi Dosdoğru’nun bulunduğu, yaşayan fişlenmiş komünistler ile ölmüş dört komünist hakkında dava açıldı. Tutukluların çoğu Aralık 1955’te serbest bırakıldı.  Olayların ardından, Türkiye’de yaşayan binlerce Grek, Türkiye’den göç etti. Nüfus mübadelesi sonucunda 1925 yılında yaklaşık 100.000’e düşen İstanbul’daki Grek nüfus, 2006 yılında 2.500 kişiye kadar düştü.

Daha sonra bu olaylarla ilgili olarak Özel Harp Dairesi (ÖHD) Başkanı, Genelkurmay İstihbarat Başkanlığı ve Milli Güvenlik Kurulu’nda üst düzey görevlerde bulunmuş emekli Tuğgeneral Sabri Yirmibeşoğlu’nun gazeteci Fatih Güllapoğlu’na söyledikleri ( sonra inkar etmekle birlikte) şunlar:

“Bak ben sana bir örnek daha vereyim. 1974’teki Kıbrıs Harekâtı. Eğer Ö.H.D. olmasaydı, o harekât, yani iki harekât da o kadar başarılı olabilir miydi? (…) Adaya, bankacı, gazeteci, memur görüntüsü altında Özel Harp Dairesi elemanları gönderildi ve bu arkadaşlarımız, adadaki sivil direnişi örgütlediler, halkı bilinçlendirdiler. Silahları 10 tonluk küçük teknelerle adaya soktular. Sonra 6-7 Eylül olaylarını ele al…

-Pardon Paşam anlamadım, 6-7 Eylül olayları mı?

-Tabii. 6-7 Eylül de, bir Özel Harp işiydi. Ve muhteşem bir örgütlenmeydi. Amaca da ulaştı. Sorarım size, bu muhteşem bir örgütlenme değil miydi?

-E, evet Paşam!…”***

Bu sıralarda Demokrat Parti gittikçe kötüye giden bir ekonomi, yükselen enflasyon ve büyüyen muhalefetle karşı karşıya kalmıştı.1956 yılında muhalefeti baskı altına almak için Basın ve Toplantı Yasası’na getirilen kısıtlamalar da büyük ölçüde 6-7 Eylül olayları bahane edilerek gerekçelendirilmişti.

6-7 Eylül olayları, çok uluslu Osmanlı devletinden Türk ulus-devletine geçiş döneminde bütün diğer ulusların inkar ve imhası temelinde Türk ulusu yaratma projesinin bir parçası ve devamıydı. Ermeni ve Asurilere uygulanan soykırım, 1913 ve 20’de Pontus halkının katliam ve tehcirle Anadolu’dan sürülmesi, yine 1920’de Koçgiri’de Kürtlerin katli ve tehciri, 1924 Şeyh Said, 1930 Ağrı, 1938 Dersim katliamları, ve daha nicesi… Bunları izleyen katliam ve tehcirlerden geri kalan Türk olmayan bakiye halkların mal varlıklarına el konulması, 1942 yılında yürürlüğe giren Varlık Vergisi ile “Gayri Müslim”lerin ekonomik olarak çökertilmeleri ve   devletin izlediği zorunlu göç ve iskân politikaları da bu homojenleştirme çabalarının bir parçasını oluşturmuştur.

1934’teki, Trakya olayları olarak bilinen ve Yahudileri zorunlu göçe sevk için yapılan saldırılar ile 1930’larda Kürtlere uygulanan mecburi iskân politikaları da bu bağlamda ele alınmalıdır. Aynı dönemde, 1929-1934 arası Anadolu Ermenilerinin Anadolu’nun merkezlerine ve ardından İstanbul’a göç ettirilmesinin amacı ise gayrimüslimleri tümüyle Anadolu’dan uzaklaştırıp İstanbul’da toplamaktı. 1946’ da yazıldığı düşünülen bir CHP azınlık raporu bunu açıkça ifade eder. Rapora göre, 1950’lere kadar Anadolu, Yahudi ve Hıristiyanlardan temizlenmeli ve sonra İstanbul, Yunanistan’la olan bağları ve nüfusun çokluğu nedeniyle Rumlardan arındırılmalıydı.

Bu olayların insanlığa karşı işlenmiş suçlar kapsamında değerlendirilmesi ve ciddi bir araştırma, yüzleşme, yargılama yapılması yolundaki istekler günümüze gelinceye kadar defalarca yinelenmiş ama sonuç alınamamıştır.

Bugün ülkemizde ve yaşadığımız coğrafyada hâlâ halklar birbirlerine kırdırılıyor. Sünni- Müslüman ve Türk olmayanlar  dini ve etnik ayrımcılığa uğramaya devam ediyor. Yaşadığımız günlerde Kürt halkına yönelik bir kırım devam ediyor. 6-7 Eylül’e benzer şekilde dükkânları yağmalanıyor, ateşe veriliyor, yıllardır yaşadıkları yerlerden göç etmek zorunda bırakılıyorlar. Cizre’de kesintisiz bir sıkıyönetim 9 gün devam ediyor. Siviller, keskin nişancılar tarafından kadın, çocuk demeden hedef seçilerek öldürülüyorlar. 70 yaşındaki bir insan sadece Kürt olduğu için yüzlerce kişi tarafından linç edilmek isteniyor. Kısacası değişen bir şey yok. Zaten tarihimiz katliamlar ve soykırımlarla dolu: 1915 Ermeni Soykırımı, 1938 Dersim Kırım, 6-7 Eylül, 19-26 Aralık 1978 Kahramanmaraş ve 1980 Çorum Alevi kırımları,1993 Sivas katliamı…

Eğer günümüzde Kürt halkına yönelik saldırılar böyle rahatlıkla ve pervasızca devam edebiliyorsa, bunun nedenini gelenekleşmiş bu katliamcı tarihte ve bunu “vatan millet” adına benimsemiş bir halk gerçeğinde aramak gerekir.

 

*Atatürk’ün Selanik’teki evine bomba attığı iddia edilen Selanik Üniversitesi Siyasal Bilgiler öğrencisi Oktay Engin, daha sonra gıyabında mahkûm edilmiştir.  Aynı Oktay Engin, 22 Şubat 1992 – 18 Eylül 1993 tarihleri arasında Nevşehir Valiliği’ne getirilmiştir.

** Mithat Perin’in sahibi, Gökşin Sipahioğlu’nun yazı işleri müdürü olduğu İstanbul Ekspres gazetesi DP yanlısı  bir gazete olmanın yanında diğer birçok” gazete” gibi Mit ile ilişki içindeydi. Günlük tirajı 20.000 civarında olan gazete 6 Eylül’de 290.000 adet basılarak  “Kıbrıs Türktür” Derneği üyelerince bütün İstanbul’da dağıtılmıştı.

***“Türk Gladio’su İçin Bazı İpuçları,”Tempo Dergisi, S. 24, 9-15 Haziran 1991

 

Paylaş